Bu parıltılı hayatı ben seçmedim, parıltılı hayatları bazı canım arkadaşlarım seçti, ben onlara arada sırada yanlıyorum. Misal geçtiğimiz ay Deniz’in bir süredir yaşadığı ülke Myanmar’a gittim. Gerçi bu yazıya konu ülkemiz Myanmar’da parıltıdan kasıt nemden dolayı cildimizin parlaması, onun dışında çeşitli fakirlikler, hastalıklar, yokluklar..
Hazırsanız size etek giyen erkeklerin (İrlandalılar gibi bayramda seyranda iki foto çekinmelik değil, işe giderken etek giyenlerin) ülkesini anlatacağım. Başlıyorum: Bi kere onun adı etek değil, longyi. Longyi, altına parmak arası terlik, üstüne beyaz gömlek, buyrun size resmi kıyafet. Gerçekten bu giyim tarzının Türkiye’ye gelmesini çok isterim, erkek arkadaşlar siz de bu rahatı tadın isterim.
Bir tane düzgün longyi giymiş adam fotoğrafı çekmemişim, size google fotolarıyla blog yazıyorum. Bu utanç tamamen bana ait. |
Myanmarcığım malumunuz eski bir İngiliz sömürgesi. Hint-İngiliz sömürge imparatorluğunun en doğu sınırı. Eski adı Burma. Sömürgelikten çıkmasıyla askeri cuntaya girmesi bir olmuş, daha sivil yönetime yeni geçmiş, ülke daha tam olmamış anlayacağınız, ortalık karışık. Özetle, çok askeri vesayet annecim, tam sokaklara Nagehan Alçı salmalık.. Sonracığıma, 100’den fazla etnik grup var Myanmar’da, Burma en baskın olan grubun adı. Bir ara popüler olup şimdi artık kendilerine üzülmeyi nedense bıraktığımız ülkeden zorla gönderilen Arakanlı müslümanlar da burada.
Bu yakışıklı fotoğrafım Myanmar turizmine armağan olsun. Bridge Together. (Bu sloganı inşallah da hatırlıyorsunuzdur.) |
Sağlık sistemi olmayıp (hiç yok) tazecik KFC zinciri olan Myanmarcığımda ortalama yaşam beklentisi 65 yıl kadar. (hemen komşusu tayland’da 75 mesela.) Çeşmeden akan suyla dişimizi fırçalamamamız önerilen, yazları günde iki saat elektrik kesintisi olan, “sokak köpeklerini sevmeyin çünkü burda kuduz yaygın” uyarılarına maruz kaldığımız, baya bildiğiniz yoksul ülke. Afedersiniz batılı STK çöreklenmesi olmuş ülkede, kadının güçlendirilmesinden hiv’le savaşa kadar akla gelecek her konuda onlarca STK’ya gürül gürül para akıyor. STK’yla kalkınılsaydı anam, Afrika cennet olurdu. Yer miyiz biz bunları.
Biz de başka bir cins züppe batılılar olarak gezimizin ilk günlerinde sokak yemeklerine bakıp “üstüne ne kadar verseler yersin” oyunu oynadık, pazarlıklar da 750 lira ile 1500 lira arasında geziyordu. Son güne geldiğimizde o sokak yemeklerinin iti köpeği olmuştuk, olsa da şimdi de yesek, o leş gibi kokan pazar yerinde içtiğimiz çorbanın içine dalıp yüzsek, böyle sevdik sonradan... Aslında bu yemekleri sevmemizin sebebi bence insanını sevmemiz oldu. İnsanlarının yumuşak huyluluğu, sakinliği, güler yüzlülüğü, yani ayıp olmazsa minnoşluğu diyeceğim, bize o kadar iyi geldi ki, “ayol bunlar bok yese vardır bir bildiği, ben de yiyeceğim” kıvamına getirdi. Böyle bi kalp yumoşluğu ile deneyip çok sevince de günlerce burun kıvırıp yemediğimize yandık. Kurban olduklarım o kadar sakin ve iyi niyetli ki, rabbim hepimize budist sakinliği versin.
İnsanlar o kadar sakin o kadar dingin ki, en yaygın kullanılan uyuşturucu maddeleri bile uyuşturucu değil uyarıcı. Başıma bir Pucca’lık gelmeyecekse anlatayım, "betel nut" deniliyor, bir ağacın yemişi, yeşil bir yaprağa sararak satıyorlar. Çiğneyerek tüketiliyor, 5 kahve içmişsiniz gibi bir etki yapıyor, dişlerimiz kırmızı - kara, kafalarımız berrak oluyor. Sokakta her köşe başında çok ucuza bulmak mümkün. Bende hafiften bir çarpıntı yaptı, onun dışında ayrıca bir kafası yok.
Muson yağmuru da yaşamış olduk yağmur mevsiminde gittiğimiz için. Sıcak ve çok şiddetli bir yağmur şeklinde özetleyebilirim. Annemin tarifiyle düdüklü tencerenin içinde olmak gibi. Güzel anlattığıma inanıyorum. Böylece siz de gitmiş kadar oldunuz.
Uzakları yakın eden bir blog yazımızın daha sonuna geldik. Uzak diye bir şey yoktur, maaşımızı katar havayollarına hibe etmek ya da etmemek vardır. Bu vecizeyle yazımı noktalıyor, herkesi kucaklıyorum.
Mingalabar! (Bu aslında merhaba demek ama nereden bileceksiniz diye düşünüp sona koydum.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder