1 Mayıs 2019 Çarşamba

Gez Dünya'yı, Gör Konya'yı.


Merhaba, blog tarihinin en az beklenen, kimsenin talep etmediği yazısını kaleme almanın şirin huzuru içindeyim: KONYA GEZİ REHBERİ!

Doğmamış ve doğrulmamış çocuğum üzerine yemin ediyorum ki Konya çok güzel bir şehir. Keşke Ankara ve Konya kendi aramızda karar alıp mübadele yapsak. Her yerini elbette göremedim ama çok güzel yerlerini gezdim. Gelince ararsanız ben zaten size gezdiririm, ama yine de söz uçar yazı kalır, alın bakalım Konya’nın en şahane turistik köşeleri:


1. Mevlana türbesi: Mevlana’ya ilginiz varsa gidin, yoksa burayı atlayabilirsiniz. Hacı Bektaş-ı Veli türbesini gezdiyseniz bence çok benziyor. (Şu cümleyi yazarken elim ayağım titredi, umarım korkunç cahil bir şey söylemiyorumdur, ama aşağı yukarı aynı mantık gerçekten, çekici olmayan kıyafetler giyip minimalist döşenmiş dar odalarda uzun süreler tek başımıza oturmak suretiyle kişiliğimizi terbiye ediyor, daha güzel, daha olgun insanlar oluyoruz. Ben bunu anladım.) Burayla iligli en önemsiz detayı söyleyeceğim, Mevlana türbesinin içinde deve kuşu yumurtaları var.

Yazıda sanki kötü bahsetmişim gibime geldi.
Sadece Mevlana ilginizi çekmiyorsa sıkılabilirsiniz diye düşündüğüm için öyle dedim.
Yoksa ben beğeniyorum, müzemsi kısmı da güzel, gayet doyurucu bir sürü bilgi veriyor. 
 
Bu da Mevlana türbesinin içi. 


2. Karatay medresesi: Selçuklu’nun hastasıyız, içeride çok güzel çiniler var. Böyle saçma yol tarifi olamaz ama yakın arkadaş olduğumuzu varsayarak benim evden tarif edeyim, Alaaddin tepesine çıkmadan sola kıvrılırsan Karatay medresesi var. Mutlaka görüp yola öyle devam edelim derim. Medreseler esasen din eğitiminin verildiği ama onun yanında tıp, astronomi vb alanların da öğretildiği yerler. Ben bu medreseleri seviyorum çünkü Selçuklu iyisiyle kötüsüyle böyle eğitim kurumları açarken, Avrupa'da afedersiniz cadı avlıyorlarmış. Her Anadolu çocuğu gibi ben de günümüzün ezikliğini böyle geçmiş zaman kıyaslarıyla telafi etmeye çalışıyorum. Hoşgörünüz. 

3. İnce Minerali Medrese: Şimdi burası Taş ve Ahşap Eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor. Buranın en komik yanı şu: Mesela içeride ahşap oymalı nefis bir kapı var, altında müze açıklama olarak şunu yazmış: KAPI. Çok güzel bir taş sütun var süslemeler var üstünde, insan merak ediyor nedir acaba diye. Hemen bakıyoruz açıklamaya: SÜTUN. Muhteşem bir müzecilik örneği olan İnce Minareli Medrese’yi de bence yol üstünde görün.

Yol üstü yol üstü diyorum çünkü ben kafamda şöyle bir rota yaptım: Benim evden çıkacaksınız, sırayla Karatay medresesi, İnce Minareli Medrese, ordan da Mevlana Türbesi’ne gideceksiniz. Neden benim evden çıktığınıza dair geçerli bir açıklamam yok. Bu yolda giderken gördüğünüz tümsek de meşhur Alaaddin tepesi, isterseniz çıkabilirsiniz elbette. Aynı yolda ve zaten şehrin her yerinde bol bol da kümbetler göreceksiniz. Kümbetler Selçuklu'lardan kalma anıt mezarlar. O zamanlar İslami gelenekler ile İslam öncesi gelenekleri birbirine katıp karıştırıp bu kümbetlerin altına ölünün mumyalanmış bedeninin konulduğu mumya odaları yapmışlar. Kümbetleri görünce hemen tanırsınız, tepesi koni şeklinde silindirik yapılar. (Tam söylemek gerekirse silindir ya da altıgen ya da sekizgen yapılar.) Kümbetler bugün türbe gibi bir vazife görmüyor, girip ziyaret eden dua okuyan filan yok.

Buraya kadarkiler şehrin en merkezindekilerdi. Şehrin kuzeyinde Tropik Kelebek Bahçesi var, (aynı tarafta gibi ama pek de yakında değil) bir de Sille var. İkisini de çok seviyorum. Anlatayım.

4. Sille bir mahallenin adı. Eski bir gayrımüslim mahallesi, içinden su kanalı geçiyor, havadar turistik bir yer, korkunç bir şekilde restore edilmiş bir kilise ve ayrıca bir de Zaman müzesi var. Zaman müzesi bence çok tatlı, eski saatler, Usturlab örnekleri var ve elbette duvarda zamanla ilgili çeşitli ayetler var, bunu sormanıza bile gerek yok. (Konya’da etli ekmek yemeye bile gitseniz duvarda et ve ekmekle ilgili bir ayet mutlaka yazılmıştır. Konuyla birazcık ilgili herhangi bir ayeti duvara yazmak sabit arkaplanımız.) Sille’nin bir de kendi müzesi var, yeni mi yapılmış nedir, baya bakımlı şık bir müze, sadece Sille’nin değil Konya’nın tarihiyle ilgili de bilgi veriyor, öneririm. Sille’nin etrafı hep mezarlık, nedense hoş bir hava veriyor bana sorarsanız. (Ben mezarlıkları seviyorum genel olarak, benim evimin yanı da çok güzel bir mezarlık: Musalla Mezarlığı. Mesai saatlerinde açık, girilip gezilebiliyor.) Biraz yukarıya doğru devam ederseniz güzel bir baraj gölü ve gölün etrafında yürüyüş yapabileceğiniz bir park var. Ankaralıların Eymir’i gibi düşünebilirsiniz Sille’yi. Daha doğrusu Eymir + Hamamönü birleşik gibi daha çok.

5. Tropik Kelebek Bahçesi: Burası gerçekten muazzam. Muhteşem bir yer. İçerisi sıcak ve nemli tutuluyor, pupa dolapları var, çeşit çeşit kelebekler çoğaltılıyor, kocaman bir alanda serbest geziyolar, biz de onların arasında geziyoruz. Disney filmi gibi, gözünüzün önünden kocaman mavi bir kelebek kanat çırpa çırpa ağır ağır geçip gidip yanınızdaki kişinin omzuna konuyor. Çıkışta duvardaki konuyla ilgili ayete dikkat ediyor, selam edip öyle geçiyoruz. Gerçi bu aralar Konya’nın tamamı tropik kelebek bahçesi gibi oldu, kendi sınırlı araştırmalarıma göre Cetosia cyane (Leopard Lacewing) türü olduğunu düşündüğüm turuncu kelebekler doldurdu bütün şehri. Bu aralar gelirseniz size her yer kelebek bahçesi. 

Kelebek Bahçesi'nin nasıl bir yer olduğunu daha iyi gösterecek daha kelebekli fotolar da vardı
ama bunu koydum çünkü sonuçta her şey arkadaşlarla güzel. 

Bu aralar Konya'yı istila ettiğini düşündüğüm kelebek cinsi bu işte.
Yalnız kanatlarının kenarı bu kadar tırtıklı mı bizimkilerin de bakmam lazım. Ama gerisi tamam. 


Son olarak da şehrin baya uzağındaki yerleri yazayım: Çatalhöyük ve Beyşehir gölü.


6. Çatalhöyük’e daha taptaze gittim. Küçük ve daha çok çocuklara yönelik yapılmış ama yine de bence iyi bir müzesi var girişte, birkaç tane model ev yapılmış. Model evler baya fikir veriyor, neolitik çağda insanlar nasıl yaşarmış insanın gözünde canlanmasına yardımcı oluyor. Daha sonra iki tane kazı alanını görüyorsunuz. Biz orda kazı ekibinin başı olan yabancı bir arkeologdan uzun uzun dersler almış, sonra da Çatalhöyük ile ilgili bir öykü kitabı yazmış bir bekçi ile tanıştık. Adamın hikayesini buraya yazacak kadar detaylarına hakim değilim ama etkileyici birine benziyor. Ben kitabını aldım ama henüz okumadım. Giderseniz ve oradaysa belki tanışmak isteyebilirsiniz, ismi Sadrettin Dural. Oradaki kafeyi işletiyor şimdi. Bakın şöyle haberler çıkmış hakkında: https://odatv.com/ilkokul-mezunu-bekcinin-o-kitabi-abdde-ders-kitabi-oldu-0710171200.html

Çatalhöyük'te insanlar ölülerini cenin pozisyonuna getirip iplerle bağlayıp evlerinin tabanına gömüyorlarmış. Canım neolitik kardeşim, her yer sana bomboş arazi, neden 8m2'lik evinin tabanına gömdün babanı? Bilemiyoruz. Bir de belki sizler biliyorsunuzdur, ben yeni öğrendim: Çatalhöyük'te evler birbirine bitişik, iki değil dört yandan bitişik. Sokak ya da kapı yok. Girişler çıkışlar damdan, sokak da evlerin bitişik damları. Komşunun akrabanın damından geçe geçe geziyorsun, kendi evine gelince hoop diye yukarıdan atlayarak giriyorsun. Evler de kerpiç, baharda temizlik yapacaklarına yıkıp evi yeniden yapıyorlamış. O hoşuma gitti. Bazen insanın evini yıkası yakası, sıfırdan kurası geliyor. Neolitik olaydık yılda bir yıkar, yeniden yapar, ferahlardık.

Çatalhöyük'teki kazı alanı. Söylemeyi unuttum. 
Neolitik çağda insanlar neredeyse tamamen atıksız yaşıyorlarmış.
Kişi başı sahip olduğumuz eşya ve alanın bolluğundan ve ürettiğimiz atığın hacminden hoşlanmıyorum. 
Umarım ileride bu konuda kendi adıma bir şeyleri değiştirebilirim. 

7. Beyşehir Gölü: Buranın Konya ile hiçbir ilgisi yok. Bence turist olarak gezilmesine gerek de yok. Burası Konya’da yaşayanların nefes alması için muhteşem bir yer. Tekne gezileri düzenlenen büyük bir göl (Ankara havası çaldıkları için biz binmedik), gölün karşı yakasında hala üstünde karlar olan dağların manzarası, göl etrafında bisiklet yolları, tenis kortları, miniminnacık bir plaj. Söylentilere göre rakı içilen yerler bile varmış. Pek araştırmayıp Yakamanastır milli parkına da gidelim dedik, yokuş allah yokuş bisiklete bindik, ağzımda kan tadıyla milli parka vardığımızda orda manastır filan olmadığını, halkın burada mangal yaptığını öğrendik. (Elbette mangal. Çünkü orman = mangal. Çünkü vizyonsuzluk.) En azından siz bilin, orada manastır yok. Ama Beyşehir gölü şahane.



Beyşehir gölü sizce de "Look at all the fucks I give" diyen kızın
 bulunduğu dağlık yere benzemiyor mu?


Bu görseli kastediyorum. Baya benziyor bence.
En azından Konya'da en benzeyen yer Beyşehir Gölü. 

Böyle Konya mı olur? Olmuş işte. 


8. Bir de Konya’dan Beyşehir Gölü’ne giderken yol üstünde kalan Eflatun Pınarı var. Hititlerden kalma bir su havuzu. Aynı zamanda bir açık hava tapınağı imiş. Biz gezerken bilmiyorduk ama havuzun duvarlarındaki tasvirler Fırtına Tanrısı, Güneş Tanrıçası, dağ tanrıları ve demonları imiş. 

Eflatun Pınarı da kenarında oturup hayvan seslerini dinlemesi pek keyifli bir yer.
Benim gibi şehirli turistler çıldırsın diye ördek, yavru köpek ne varsa doluşturmuşlar zaten.
Kurbağa filan da vardı, kendimden geçtim. 


Bunlar benim bazılarına tekrar tekrar gittiğim ve çok beğendiğim yerler. Bir de bu mevsimlerde lale bahçeleri oluyor. Geçen sene kaçırdım gidemedim, bu sene umarım yetişeceğim, sanırım son zamanları yine. 

Ben henüz gidemediğim için elbette fotoyu ben çekmedim.
Görmeye değer olduğunu anlatabilmek için google'dan aşırdım. 


İşte bu yazı da benim iç turizme naçizane katkım olsun.


Kim olursanız olun gelin.

Sevgiler

4 yorum:

  1. Merhaba Sevgili Pelin. Blog sayfana yeni abone oldum.Yazı tarzını beğendim.Keşke, ben de sizin gibi, rahat bir üslupla yazabilsem (benim de bir blog sayfam var). İki küçük bilgi vermek istiyorum, katkı amacıyla. Birincisi; deve kuşu yumurtaları, cami ve türbelere, örümcek ve benzeri haşaratın girmesini engellemek amacıyla konuyor. İkincisi; ''Look at all the fucks'' taki kız Julie Andrews adlı aktris.
    Fotoğraf, ''The Sound of Music''(Neşeli Günler) adlı müzikalin filminden. Avusturya'daki Alpler.
    Gezmeye ve yazmaya devam. Selam ve sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adımı girmeyi unutmuşum. Danyal ÂŞIK

      Sil
    2. Merhaba, ben sizin blog’unuzu biliyorum, pek çok yazınızı okudum. Sizin blog’unuzda çok güzel bilgiler var, okumaktan çok keyif alıyorum. Sizin de benim yazılarımı beğenmenize çok sevindim. Katkılarınız için de ayrıca teşekkür ederim. Sevgilerimle, Pelin

      Sil
    3. Teşekkür ederim,blog sayfamı beğendiğinize. Keyif aldığınıza ayrıca sevindim. Yazmak ve paylaşmak çok güzel.Sevgiler. Danyal

      Sil