Cennet vatan Avustralya’da solcular neyi kendine dert edinir
ne yapar merak içindeydim. Geçen gün tren istasyonunda sosyalist bir partinin
standı vardı. Tanışmaya konuşmaya yanlarına gittim. Mecliste vekilleri olduğunu
öğrendim, bu cumartesi sığınmacılarla ilgili yürüyüş olduğunu öğrendim, başka
bir şey öğrenemedim. Çünkü o kadar hevesli ki kadın bana Ortadoğu ile
ilgili bildiklerini anlatmaya, konuyu Avustralya’ya getiremiyorum. Hoyava diye bir
yer anlatıyor, takip ediyoruz diyor, kadınlar diyor. Allah allah neresi acaba,
Hoyava, Hoyava… Yok bilmiyorum. Çaktırmıyorum da kadına. “Evet” diyorum “tabi
Hoyava, kışın güzel olur çok.” Bak diyor rozetlerimiz bile var:
Rojava rozeti. Yahu senin işin mi yok, sen 15000 km uzaktaki Rojava’yı nerden duydun Avustralya
solcusu? Biz daha sizin başkentinizi bilemiyoruz. (Kopya vereyim, Sydney değil.)
Sonra başladı bana Erdoğan anlatmaya. Saray yaptı, başkanlık istiyor, biliyoruz
hepsini. Neticede bir bok öğrenemedim kadından, kalktım bahsettiği yürüyüşe
geldim.
"Sığınmacı çocukların alıkonmasına karşı anneanneler" |
Çiçek gibi yer burası, 4 haftada ben de teletabi gibi oldum,
hakkını yemeyeyim güzelim memleketin. Ama sorarsanız hiç mi yamuğu yok diye, valla
Aborjin meselesi var tabi, bir de bu sığınmacı kamplarını öğrendim yeni.
Dahasını da öğrendikçe yazarım, siz de rahat rahat buraları boklayıp içinizi
serinletebilirsiniz. Avustralya’nın kuzeyinde iki küçük ada var: Manus ve Nauru. Bu
adalar Avustralya için birer sığınmacı hapishanesi. Suriyeli sığınmacıların az
bir kısmı Asya üzerinden kaçak yollarla botlara binip Avustralya’ya gelmeye
çalışıyor. Başka ülkelerden de kaçıp gelenler var tabi. Çokça insanın bu
tehlikeli yolculukta öldüğü söyleniyor, sayı bilemiyorum. Ölmez de kalırlarsa
ve bir şekilde kıyıya çıkmayı başarırlarsa bu sığınmacılar tam kurtuldum derken
Avustralya hükümetinin eline geçiyor; Manus ve Nauru’daki kamplara
alınıyorlar. Kamplara giriş var çıkış yok. Koşulların oldukça kötü olduğundan
bahsediliyor. Tecavüzler, basit hastalıklardan ölenler, sıtma… Yaklaşık 2000
tane hapis tutulan, ülkeye sokulmayan sığınmacı var. Uluslararası Af Örgütü bu
kampların varlığını işkence kapsamında değerlendiriyor. Merak eden olursa buradan
bakabilirsiniz: https://www.amnesty.org.au/island-of-despair-nauru-refugee-report-2016/
. Ben uzatmayayım. Neticede Avustralya kaçak yollarla gelmeye çalışan sığınmacılara
pek de öyle “minnoş”, pek de “teletabi” davranmıyor anlayacağınız. Dün de
burada “sığınmacıları ülkeye alalım” talebiyle yapılan bir yürüyüş vardı.
Buranın pek cafcaflı bir siyaseti yok, ben de pek okumadım
açıkçası meclislerinde hangi partiler var, kim yönetiyor vs. Avustralyalı arkadaşların anlattığı kadarıyla biliyorum. Dolayısıyla
yazının geri kalanını okumaya devam ederseniz insanların kaşından gözünden
bahsettiğim yüzeysel eylem izlenimlerimi bulacaksınız. Şimdiden uyarayım.
Milli kütüphane önünde buluşuldu, söylendiği saatte
başlandı. Burada bütün kültür sanat etkinliklerine, spor müsabakalarına şöyle bir
cümle ile başlanıyor: “I acknowledge the Aboriginal owners of the land on which
we meet, and pay my respect to their Elders past and present, and also to all
Aboriginal and Torres Strait Islander Peoples here today.” Bu cümle şu manaya
geliyor: “Biz geldiğimizde burada Aborjinler vardı, biz canlarına okuduk, farkındayız, çok
pardon.” Daha önce konserlerde, panellerde duymuştum bu cümleyi (evet konserlere, panellere gidiyorum, ne sandınız), yine bu cümle
ile açıldı kürsü. İki bin kişi civarında insan vardı eylemde. İlk dikkatimi çeken kadın
sayısıydı. Çok çok kadın, daha az erkek vardı. Öğrenci yaşlarında neredeyse
kimse yoktu. İşinde gücünde kocaman insanlar hep. Yaş ortalaması yüksekti yani.
Gerçi çok kalabalık gelen bir “Sığınmacı Çocukların Alıkonmasına Karşı Anneanneler” grubu
vardı, onlar direk ortalamayı yukarı çekti. Anneanneler örgütlenmiş, mor
eşofman takımları çekmiş altlarına, başka memleketlerin sahipsiz çocuklarına
sahip çıkmaya gelmişler. Baya da kalabalık gelmişler.
Burada yaşayan çok fazla göçmen olmasına rağmen
eylemde hep peynir beyazı Avustralyalılar vardı. Sokakta yürürken göreceğiniz Avustralyalı-göçmen oranı buraya yansımamış pek. Yani buradaki göçmen nüfus pek de
sallamamış kamplardaki insanların halini. İsterseniz insan evladı çiğ süt emmiş
diyin, isterseniz göçmenler kendini bu memlekette söz sahibi hissetmiyor,
hükümetin yapıp ettiğinden de sorumlu hissetmiyor diyin, ben hangisi daha doğru olur kararsız
kaldım.
"onların evi burası, onları evlerine getirin" |
İnsanlar eyleme köpekleriyle çocuklarıyla gelmiş, herkes kendi dövizini hazırlamış. Biri
köpeğine döviz giydirmiş. Samimi ve yaratıcıydı bence insanların dövizleri. 50’den
az polis görevliydi. Özellikle etrafı gezdim, baktım, aradım taradım, zira
aramadan polis bulmak zor. 4-5 tane farklı sosyalist örgüt vardı, ne farkları
olduğunu bilemedim tabi uzaktan. Şimdi bana benim memleketi anlatacaklar diye
gidip tanışasım da gelmedi hiç. Aman ne farkları olacak, bizim ne farklarımız
varsa aynısıdır bence. Şimdi hangisi necidir bilemediğim için yamuğa gelmeyeyim
diye gittim anneannelerle yürüdüm ben. Acaba anneannelerin kortejinde yürüyorum
diye mi bilmiyorum, slogan atmak denen şey neredeyse hiç yok. Biraz gençlerin yanına
doğru ilerledim kortejde. Megafonlu kadının sloganına eşlik edeyim dedim, ses
fazla gür, yumruk fazla sıkılı kaçmış olacak, bir iki bakış yedim, “Kusura
bakmayın Ortadoğu solcusuyum” dedim, “fabrikalar tarlalar” sesimi kısıp
izleyici konumuma geri döndüm. Öyle mırıl mırıl slogan mı atılır, biz öyle
görmedik. Ama sonra düşündüm, bizim kültürümüz gür, gürültülü, yüksek sesli.
Bunların adabı farklı. Zaten bunlarda öyle çok da bir kavga hali de yok. Nasıl
tarif edilir bilmiyorum ama bizim sloganlar adam döver gibidir, bunlarınki daha
bir rakınrol. Bana sorsanız bizimki daha iyi.
bakın polis. ACAB derken "bu adam hariç" deyin. |
"kardeşlerimizi buraya getirin" |
Ha bir de bildirileri renkli çıktı almışlar, zengin memleket zaar.
bandonun maşallahı vardı, ellerine, ayaklarına, ağızlarına sağlık. ingilizce "eline sağlık" nasıl deniyor bilemiyorum, demek istiyorum, içim şişiyor. bilen varsa yardım etsin. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder