5 Ocak 2017 Perşembe

Sydney'de bir koğuş ağası

Sydney'e gittim geldim. 4 gün kaldım.  Sabah evden çıktım, havaalanına gittim, uçağa bindim, Sydney'de indim, trene binip hostelime geldim.  Bunların hepsini o kadar kolay ve telaşsız yaptım ki, biraz canım sıkıldı. Başka bir şehir gezmenin "macera" olduğu zamanlar geçmiş artık, ne bileyim, bu duruma açıkçası biraz üzüldüm.

Tren beklerken karşımdaki manzaranın güzelliği. Tren gecikse de insanın gıkı çıkmıyor tabi sonra. Zaten tren gecikmiyor.


 Zaten bütün gün gezeceğim, hostele bir yatıp uyumaya gideceğim, boşuna para vermeyeyim diye "backpackers" hostellerinin birinde kaldım, 4 kişilik karma odada. Böyle şeyler kiminize çok sıkıntılı gibi gelebilir, benim için sorun değil. Benim zira lükse hiç düşkünlüğüm yok. Zottirik bir hostelde oda paylaşmakla güzel bir otelde kendi başıma kalmak benim açımdan tatilimin kalitesini pek değiştirmiyor. Rahat uyuyorsam bana ikisi de aynı.   Odaya geldim, iki tane Belçikalı oğlan çocugu var, bir de alman. Belçikler muay thai'ci, tişörtlerinden anladım. Soldaki ranzanın üst katı benim. Nerelisin, kaç yaşındasın gibi beylik tanışma faslını yaptık, sonra ben şehri gezmeye çıktım. Görmek istediğim her yer birbirine 15-20 dk yürüme mesafesinde olunca bütün şehri adımlamış oldum, bitmiş tükenmiş halde gece yarısı hostele döndüm.

Şimdiye kadar gördüğüm en büyük kauçuk ağaçları bunlar.
Ben çocukken bizim de kauçuk ağaçlarımız vardı ama onlar saksıdaydı. Bu kadar büyüyebildiklerini bilmiyordum.
Her gün bu agaçlara gittim mutlaka. 


Çocuklar memleketlerindeki dönercilerden "abi" ve "abla" kelimelerini biliyorlar, bana abla diyorlar. Kimsenin ismen tanışmaya niyeti yok, ben abla'yım, alman çocuk da doyşland. "Doyşland klimayı aç", "doyşland ışığı kapa", böyle iletişim kuruyoruz. Doyşlanda biraz köpek muamelesi yapıyoruz neden bilmiyorum. Gece geldim odaya, herkes kendine çekidüzen verdi. Hay allah, niye ki? "Abla oturacaksan eşyalarımı toplayayım, abla günün nasıl geçti, abla kurabiye aldık yiyebilirsin, sigara içiyorsan vereyim abla..." Şaşırdım ama hoşuma da gitti yani, biraz sordum sıkıştırdım, niye böyle yapıyorlar diye, durumu çözdüm sonunda. Bu allahın cezaları, etmez olasıcalar, benim yaşıma hürmet ediyorlar. Hürmet edilecek yaşa gelmişim ben hala bitli hostellerde bebelerle konaklıyorum. Ne iş yapıyorsun dediler, doktorum filan diyemedim, rezil olurum lan, öğrenciyim dedim, yediler. (Yiyecekler tabi, bakıyoruz kendimize o kadar) Yorgunum yatacağım artık, ben yatıyorum diye ışıkları kapadık, çocuklar ses çıkarmadan karanlıkta oturdu biraz, sonra onlar da yattı. Sabah oldu, duş almak için bana soruyorlar, artık durumu kabullendim, ben bir koğuş ağası oldum. Tuvalete girdim çıktım, benden sonra kimse girmiyor. Sandım ki "aganın poku üzerine pok olmaz", ondan bekliyorlar, yok ondan değilmiş, gittim efendi gibi havalandırmayı açtım, çocuklar nefes alabildi tekrar. E artık bir koğuş ağası olduğuma göre çeşitli sorumluluklarım olmalı, çocuklar kahvaltıya inmek için müsade istedikten sonra, dedim ki "durun, siz burda bir aydır kalıyorsunuz, var mı bir eksiğiniz ihtiyacınız?" Var dediler, biz bu odayı doğru düzgün temizletemedik bi türlü. Tepedeki vantilatörü gösterdiler, üstünde bir parmak toz olmuş, tozlar havalanacak diye çalıştıramıyoruz dediler. Tamam dedim, siz gidin kahvaltıya, bu işi de oldu bilin. Önce kalktım kapıya gerilimli bir not yazdım. "Lütfen odamızdaki vantilatör bugün temizlensin. İmza: People of #11" sonra tünedim ranzamın üstüne, yan yatıyorum, bir dizimi 45 derece kırdım, koğuş ağası yatışı yapıyorum kendimce, o sırada elimde bir tespih belirdi. Gözlerimi diktim kapıya, temizlikçi kızı bekliyorum tespih çekerek. Bir süre sonra kapıda anahtar sesi, temizlikçi kız geldi. Dik dik kızın gözlerinin içine baktım, sonra yavaşça gözlerimle vantilatörü işaret ettim, sonra tekrar kızın gözlerine... "Senin boynunu kırarım" bakışları atıyorum, kız "notu okudum, temizliycem" dedi, hiç ağzımı açmadım, bir koğuş ağası olarak herkesle konuşacak değilim, çenemi sol omzuma yanaştırarak onayladım kızı. Mahpus filmlerinden öğrendim bunu, mazisi kirli insanlar başlarını öne gelişigüzel eğerek değil, diagonal ve çok usulca çekerek onaylarlar, bu onay aynı zamanda "söylediğin şeyi yapmazsan böbreğine bıçağı yersin" onayıdır. Kız vantilatörü temizlerken nasıl olduysa ne olduysa ben girdiğim rolü karıştırdım, kendimi geline temizlik yaptıran kaynana rolünde "gız ranzanın altını da süpür, oralarda toz kaldı, boyu devrilesice" diye diye yerleri süpürtürken buldum. Bu kadar kişilik değiştirme fazla gelmiş olacak, gerisini hatırlayamıyorum. Kendime geldiğimde her şey normale dönmüştü, oda temiz, gelgelelim tespih hala elimde... Yüzümü yıkadım, açıldım, gittim biraz daha şehri adımladım. Çok güzel şehir, opera izlemek isterdim Sydney'de ama bütçemin elverdiği ölçüde davrandım, opera binasının dışını dolaştım, içinde de vestiyer ve tuvaleti gezdim. İkisi de güzeldi. Şehrin şahane plajları var, yağmurlu havada güneş yanığı oldum oralarda da. Bindim uçağıma Melbourne'e döndüm.

Bu haftasonu ev taşıyorum çünkü Nan beni evden attı. Yalnız kalmak istiyormuş allahın bozuğu. Deniz kenarında bir odaya taşınıyorum, son 1 ayım da böyle geçsin madem.

Ağası olduğum nacizane koğuşumuz.
 #11. 



2 yorum:

  1. Çok geziyorsun insanları kıskandırıyorsun ayağını denk al
    ��

    YanıtlaSil