Blog tıklansın diye yazıyla alakalı ama feci şekilde çarpıtılmış başlık attım. Bu ucuzlukları hep odatv'den öğreniyorum.
Gelelim direk dansı bahsine. Melbourne'deyken fark etmiştim, orada zibil gibi direk dansı kursu vardı. (Gördüğünüz gibi şarka gitmemin üstünden neredeyse bir yıl geçti ama hala ekmeğini yiyorum.) Gavur buna "pole dance" diyor. Bunu striptizci kursu gibi düşünmeyin, halk eğitim meslek edindirme kursu değil bu, daha ziyade eğlenceli, maceralı bir egzersiz biçimi. Hiç de kolay değil ayrıca, kuvvetli olacaksın, esnek olacaksın, çevik olacaksın, dengen iyi olacak, biraz da gözüpek olacaksın bu işi becerebilmek için. Merak edenler için birkaç link koyuyorum, ayıplı olmayan direk dansı nedir diye bakabilirsiniz: Buraya, buraya, buraya ya da buraya tıklamak serbest. (utanmayın ayol, egzersiz diyorum size spor diyorum.) Bazı kurslar sadece kadınlara özel, bazıları ise kadın-erkek karışık sınıflar açıyor. Ben neredeyse Melbourne'dekilerin hepsini, saatlerini, başlangıç kurlarını, ücretlerini vs araştırdım, kafaya koymuştum öğreneceğim direkte fır dönmeyi, tepetaklak aşağı kaymayı ama bu meseleye orada olduğum sürenin son ayında uyandığım için dedim ki "şimdi başlasam da bir ayda pek bir şey öğrenemem, artık temelli geldiğimde başlar, uzun uzun devam ederim." Zaten tahmin edersiniz ki oradaki her şey gibi bu kurslar da çok pahalıydı. Neticede Avustralya'ya temelli taşınma ihtimalimin dayanağı olan doktora başvurusu zamanı geçenlerde geldi, oradaki hocam bana mail attı, "ne yapıyorsun, geliyor musun?" dedi, dedim ki "belki başka zaman, ben şimdi Konya'ya mecburi hizmete gidiyorum."
Avustralya'ya taşınmama kararım sonucunda direk dansı hayalim bu iş Türkiye'de yaygınlaşıncaya kadar askıya alınmış oldu. (Lan aslında bir hoca getirip ben mi açsam bu kursu? Arkadaşlar iş konuşmak isteyenler özelden yazsın.)
Pek yakında Konya'da yaşamaya başlayacağım, haftaya evimi taşıyacağım, güvenlik soruşturmasının tamamlanıp tebligatın yapılmasını bekliyorum. Çokça heyecanlıyım, biraz da korkuyorum. Konya'ya, Ankara'da on beş yılda edindiğim yüz bin kişilik arkadaş çevremi bırakıp bir başıma gidiyorum. Kendimle başbaşa kalmak hiç becerikli olduğum bir konu değil maalesef, ilk zamanlarda orada yalnız başıma bocalamayayım diye bazı önlemler almaya çalışıyorum. Örneğin Ankara'da hiç de adetim olmayan havuza yazılmak işine niyetlendim bu sebeple. (Kendimle ilgili bazı gereksiz bilgiler paylaşayım: Benim ömürlük kullanmam gereken bir ilacım var, bazı kişilerde erken kemik erimesi yapmış bu ilaç yan etki olarak. O yüzden ben egzersizimi kemiği de geliştiren koşu gibi, ağırlık çalışmak gibi şeylerden seçiyorum. Malum yüzmenin kemiğe bir hayrı yok. Ama Konya'da yapacak işim gücüm yok, hem koşarım hem de bir iki gün yüzmeye de giderim, zararı olmaz dedim. Havuz araştırmaya başladım. ) Konya'nın havuzları hamam misali, kadın saati - erkek saati ayrı! Bazıları direk günleri bölüştürmüş hatta, salı-perşembe-pazar bayan günü diyor. Saat paylaştıranlar kadınlara haftanın üçte birini ayırmış sadece, bu saatleri de genellikle mesai saatlerine denk getirmiş. Haftanın üçte ikisi erkeklere. Karşı cins arkadaşlarla eşzamanlı kulaç atıp ayak vurmanın uygunsuz olduğunu düşünmüş belli ki Konya ahalisi, oysa ben kafasında bone olan hiçbir canlıdan zarar gelmeyeceğine eminim. Elinde atom bombasının düğmesi olsun, kafasında boneli adamdan zarar gelmez, öyle naif bir aksesuar o. Neyse ben bu havuz olayını şaşıra şaşıra kime anlattıysam "evet bizim orda da öyle" dedi. Sizin oraların da allah bin belasını versin, ne diyeyim. İlla ki yeterince araştırırsam saatleri bana uyan bir havuz bulabileceğime inanarak Konya gerçeğine usul usul alışmaya çalışıyorum.
Neyse korosuna giremedik diye tasavvufu sallamayacağım, merak ettim bir kere, biraz okuyacağım gitmişken. Kindle'ıma cilt cilt mesnevi indirdim, oradan başlarım.
Hayat şartları ve mecburi hizmet ikilisi sağolsun hayaller yirmi santim cam topuklu ayakkabılarla direklerde saltolar atıp başaşağı fır dönmek olsa da, hayatlar havuzların bayan saatlerinde yüzmek ve diğer günlerde evde duş başlığına "Tut-i mucize-guyem ne desem laf değil"... Benim hayaller de şimdi biraz şey, ben bunu kabul ediyorum ama bir kent için de korosuzluk kabul edilebilir gibi değil.
Velhasıl mecburi hizmet süresince amacım Konya'nın Ankara'ya yakınlığıyla teselli olmak değil, şehrin kendisinde seveceğim şeyler bulup geçici de olsa orada kendime bir hayat kurmak. Bunu yapabileceğimi de sanıyorum. Bundan sonra ilginç bir şeyler denk gelirse eğer, iyi niyetim ancak adetlerine asla uymayan kişiliğimle barınmaya çalışacağım Konya'dan yazacağım. Yolunuz düşerse beklerim, sevgiler.
Gelelim direk dansı bahsine. Melbourne'deyken fark etmiştim, orada zibil gibi direk dansı kursu vardı. (Gördüğünüz gibi şarka gitmemin üstünden neredeyse bir yıl geçti ama hala ekmeğini yiyorum.) Gavur buna "pole dance" diyor. Bunu striptizci kursu gibi düşünmeyin, halk eğitim meslek edindirme kursu değil bu, daha ziyade eğlenceli, maceralı bir egzersiz biçimi. Hiç de kolay değil ayrıca, kuvvetli olacaksın, esnek olacaksın, çevik olacaksın, dengen iyi olacak, biraz da gözüpek olacaksın bu işi becerebilmek için. Merak edenler için birkaç link koyuyorum, ayıplı olmayan direk dansı nedir diye bakabilirsiniz: Buraya, buraya, buraya ya da buraya tıklamak serbest. (utanmayın ayol, egzersiz diyorum size spor diyorum.) Bazı kurslar sadece kadınlara özel, bazıları ise kadın-erkek karışık sınıflar açıyor. Ben neredeyse Melbourne'dekilerin hepsini, saatlerini, başlangıç kurlarını, ücretlerini vs araştırdım, kafaya koymuştum öğreneceğim direkte fır dönmeyi, tepetaklak aşağı kaymayı ama bu meseleye orada olduğum sürenin son ayında uyandığım için dedim ki "şimdi başlasam da bir ayda pek bir şey öğrenemem, artık temelli geldiğimde başlar, uzun uzun devam ederim." Zaten tahmin edersiniz ki oradaki her şey gibi bu kurslar da çok pahalıydı. Neticede Avustralya'ya temelli taşınma ihtimalimin dayanağı olan doktora başvurusu zamanı geçenlerde geldi, oradaki hocam bana mail attı, "ne yapıyorsun, geliyor musun?" dedi, dedim ki "belki başka zaman, ben şimdi Konya'ya mecburi hizmete gidiyorum."
ben zaten tepetaklak duramam ya, çok korkuyorum. ayağımı duvara yaslayarak amuda kalkmam bir yılımı aldı. |
Pek yakında Konya'da yaşamaya başlayacağım, haftaya evimi taşıyacağım, güvenlik soruşturmasının tamamlanıp tebligatın yapılmasını bekliyorum. Çokça heyecanlıyım, biraz da korkuyorum. Konya'ya, Ankara'da on beş yılda edindiğim yüz bin kişilik arkadaş çevremi bırakıp bir başıma gidiyorum. Kendimle başbaşa kalmak hiç becerikli olduğum bir konu değil maalesef, ilk zamanlarda orada yalnız başıma bocalamayayım diye bazı önlemler almaya çalışıyorum. Örneğin Ankara'da hiç de adetim olmayan havuza yazılmak işine niyetlendim bu sebeple. (Kendimle ilgili bazı gereksiz bilgiler paylaşayım: Benim ömürlük kullanmam gereken bir ilacım var, bazı kişilerde erken kemik erimesi yapmış bu ilaç yan etki olarak. O yüzden ben egzersizimi kemiği de geliştiren koşu gibi, ağırlık çalışmak gibi şeylerden seçiyorum. Malum yüzmenin kemiğe bir hayrı yok. Ama Konya'da yapacak işim gücüm yok, hem koşarım hem de bir iki gün yüzmeye de giderim, zararı olmaz dedim. Havuz araştırmaya başladım. ) Konya'nın havuzları hamam misali, kadın saati - erkek saati ayrı! Bazıları direk günleri bölüştürmüş hatta, salı-perşembe-pazar bayan günü diyor. Saat paylaştıranlar kadınlara haftanın üçte birini ayırmış sadece, bu saatleri de genellikle mesai saatlerine denk getirmiş. Haftanın üçte ikisi erkeklere. Karşı cins arkadaşlarla eşzamanlı kulaç atıp ayak vurmanın uygunsuz olduğunu düşünmüş belli ki Konya ahalisi, oysa ben kafasında bone olan hiçbir canlıdan zarar gelmeyeceğine eminim. Elinde atom bombasının düğmesi olsun, kafasında boneli adamdan zarar gelmez, öyle naif bir aksesuar o. Neyse ben bu havuz olayını şaşıra şaşıra kime anlattıysam "evet bizim orda da öyle" dedi. Sizin oraların da allah bin belasını versin, ne diyeyim. İlla ki yeterince araştırırsam saatleri bana uyan bir havuz bulabileceğime inanarak Konya gerçeğine usul usul alışmaya çalışıyorum.
Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu (o çarşafların içinde hep çıplaklarmış diyorlar ama günahları boyunlarına) |
Neyse korosuna giremedik diye tasavvufu sallamayacağım, merak ettim bir kere, biraz okuyacağım gitmişken. Kindle'ıma cilt cilt mesnevi indirdim, oradan başlarım.
Hayat şartları ve mecburi hizmet ikilisi sağolsun hayaller yirmi santim cam topuklu ayakkabılarla direklerde saltolar atıp başaşağı fır dönmek olsa da, hayatlar havuzların bayan saatlerinde yüzmek ve diğer günlerde evde duş başlığına "Tut-i mucize-guyem ne desem laf değil"... Benim hayaller de şimdi biraz şey, ben bunu kabul ediyorum ama bir kent için de korosuzluk kabul edilebilir gibi değil.
Velhasıl mecburi hizmet süresince amacım Konya'nın Ankara'ya yakınlığıyla teselli olmak değil, şehrin kendisinde seveceğim şeyler bulup geçici de olsa orada kendime bir hayat kurmak. Bunu yapabileceğimi de sanıyorum. Bundan sonra ilginç bir şeyler denk gelirse eğer, iyi niyetim ancak adetlerine asla uymayan kişiliğimle barınmaya çalışacağım Konya'dan yazacağım. Yolunuz düşerse beklerim, sevgiler.