Daha önce pek de mütevazılık etmeden çeşitli cümlelerde,
akıllı ve çalışkan bir insan olduğumu yazmış olabilirim. Öyleyim çünkü. Ama
çalışkanım demek çalışıyorum demek değil, o becerim var, gerekirse kullanırım
demek. Şimdiye kadar sadece ÖSS’ye ve TUS’a girerken gerekmişti, onun dışında
yattım hep. Buraya gelip çalışmak nedir görene kadar işler öyleydi yani.
Mesela spor hekimliğine başladım, maşallah çok rahat, çok
keyifli bölüm. Ama fazla rahatlık göze batar, fazla rahat görünmemek lazım,
şöyle bir şey yapıyordum: Elime 3-5 tane hasta dosyası alıp koridorda bir ileri
bir geri, çeşitli odalara hızlı hızlı girip çıkarak, biri muayene mi yapıyor
içeride, ayy çok pardon diyip, içeri bir şey arıyormuş gibi bakıp çıkarak,
böyle telaşlı telaşlı geziyordum. Bak bunu yap, sonra yirmi dakika görünme
ortalıkta. Zaten bölümde 15 hasta var, 5 doktor var. Kimse fark etmez,
akıllarda “bir yerlere gitti o bir şeyler arıyordu” diye kalır. Bütün işyeri rahat olan arkadaşlara öneririm,
meşgul izlenimi mühim. Öte yandan spor hekimliğinin ilk iki yılı zaten TTB
merkez konseyinde olduğum zamana denk geldi, o gerçekten yoğun yorucu bir işti,
yoğunmuş gibi yapmama gerek fazla olmadı. Sonra büyüdüm, baktım benden sonra başlayan
bir sürü arkadaş var bölümde, bıraktım kolumu bacağımı morartarak kapılara
koridorlara çarpmayı kendimi, paşalar gibi gittim oturdum masama (evet masam
var) . İhtiyacınız olursa ben buradayım, dedim. Makale okuyacaksan oku, ders
hazırlayacaksan hazırla… Mis, çiçek… Sonra kurtlandım, Hacettepe bana olanak
sağlamış, asistanlığında yurtdışına git, maaşın benden demiş, ben neden
gitmiyorum? Gideyim. Yazdım çizdim, ayarladım burayı. Geldiğim yer hastane
değil, burada doktorluk yapmıyorum. Spor bilimleri fakültesi’ndeyim burada,
egzersiz fizyolojisi ekibiyle çalışıyorum. Yani o 15 hasta da yok. Gelsin
“Solitaire” dolu günler... Nah gelir! Gelmedi.
Nasıl çalışıyoruz anlatmaya çalışayım. Sabah geliyoruz,
Evelyn bacım da geliyor. Ceketini çıkarırken soruyor, “Kahve içmek isteyen tuvalete
gitmek isteyen var mı?”, sonra zaman olmayacak çünkü. Saatlerimizi ayarlıyoruz,
aman yarebbi, dayak yer gibi, oradan oraya, saat 5 olana kadar oturmadan
çalışıyoruz. Diyelim ki iki işimizin arasında yedi (sayıyla 7) dakika vakit var. Yani 2 buçukta
işimiz var, saat 2’yi 23 geçiyor. Bana diyor ki, hazır vakit varken şunu
yapalım arada. Hazır vakit yok ki Evelyn. 7 dakika var sadece, ona da pek vakit
denemez. Ya ben yirmi dakika olsun yine de yeni işe başlamam. Yirmi dakikada
yeni işi düşünmeye başlayabilirim, ama belki ona bile üşenirim, ertesi güne
bırakırım. Yemin ederim aynen böyle çalışıyoruz, imanım gevriyor. E ben zaten şu daha önce bahsettiğim excelle boğuşuyorum ayrıca, evde gecenin körüne kadar onları yapıyorum. Ne azalıyor, ne bitiyor allahın belası. Sadece hafta içi de değil, hamdolsun her gün çalışıyoruz. İlk defa bu
hafta sonu işe gitmedim, onun dışında hafta sonları da gerekiyor, gidiyoruz.
Öğle arası mesela hastanede benim için dev organizasyondur.
Bizim Hacettepe’de 12-13.30 arası öğle yemeği zamanıdır. Saat 11 olunca ben huzursuzlanmaya başlarım. Ne
yiyeceğiz, nereye gideceğiz… Halbuki ben yanımda getiriyorum genelde yemeğimi.
Saklama kabımda mercimek yemeğimi alıp gidip nerede yesem, derdim de bu. Yiyip gelince de tantana bitmiyor ki. Bu sefer ikinci bir tur huzursuzlanma: Bir Türk kahvesi olsa da içsek... Burada
rüyamda görürüm. Bir güzel şey, burada hoca dahil herkes yanında yemek
getiriyor. Ben göze batmıyorum. Saklama kabını alan mikrodalganın başında
sıraya geçiyor. Yemeğini ısıtan 15 dakikada yiyor, yallah işinin başına. "Hani
bana sade Türk kahvesi lan" diye ağlayarak bağıracağım bir gün!
Ben buraya zaten dört aylığına, ilim irfan öğrenmeye geldim.
Gezeceğime, yatacağıma çalışırım canıma minnet. Ne kadar çok şey öğrenirsem,
tecrübe edersem
Ortalık fena, kendinize iyi bakın, dikkatli olun. Çokça sevgiler.
Evelyn (yanımdaki) bacım da artık yeter dedi ve şehre vurduk kendimizi, başka kadınlar çikolatalı kremalı şeyler içebilir bir veganın en esaslı içeceği her daim smoothie. |
Çok güzel bi yazı olmuş. Eline sağlık
YanıtlaSil